Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
-- %
-- %
-- %
-- %

UMUT MEKANLARI

374 defa okundu kategorisinde, 31 Ağu 2019 - 12:34 tarihinde yayınlandı
UMUT MEKANLARI

UMUT MEKANLARI

DAVİD HARVEY
 

 

David Harvey, “Umut Mekânları” Çev: Zeynep Gambetti, Metis Yayınları, 2008.

“… Bugünlerde maalesef Ütopya`nın öldüğünü, her tür ütopyacılığın totalitarizm ve felakete yol açmasının kaçınılmaz olduğunu beyan etmek pek moda oldu… ‘Alternatif yoktur.` Margaret Thatcher`ın bu cümleyi ne denli sık ve nasıl bir siyasal etki yaratarak kullandığını hatırlıyorum. Dalıp gidiyorum. ‘Alternatif yok, alternatif yok, alternatif yok` diye zihnimde çınlıyor. Vura vura uyutuyor beni ve huzursuz rüyalarımda bir sürü ütopik figür karabasan gibi geri geliyor.” (David Harvey, “Umut Mekânları”, s. 314) 

Tutkulu olduğu kadar esaslı bir küreselleşme analizi içeren Komünist Parti Manifestosu`nu Marx ve Engels 1848`de yayımlamışlardı. Dünyanın tüm işçileri, sermayenin dünya üzerindeki yıkıcı gücünü dizginleyeceklerse ve kendi ihtiyaç, istek ve arzularını tatmin edecek alternatif bir ekonomi-politik inşa edeceklerse eğer, mücadelelerini birleştirmeleri gerektiği sonucuna daha o zaman varmışlardı. Tabiî ki, Marx ve Engels`in bu sözleri kaleme aldıkları devrimci dönemden beri (1848 devrimleri ile başlayan tarihsel süreci kastediyoruz) çok şey değişti. Ama Manifesto`nun yazarlarının ta başından beri, “burada yazılan ilkelerin pratikte uygulanması var olan tarihsel koşullara bağlı olduğunu” yani somut koşulların somut tahlili olduğunu ve bu anlamda metnin tarihsel olumsallığını (contingency) belirtmişlerdi. Dolayısıyla Marx ve Engels, tarihe kazınmış olan metni değiştirme hakkımız olmadığı halde, onu tarihsel ve coğrafi koşullarımız ışığında yorumlama ve yeni anlamlar yükleme hakkımız, hatta yükümlülüğünüz olduğunu söylüyorlardı.

Ancak günümüzde eğitimi, siyaseti, toplumsal meseleleri ve ahlaki duyguları yozlaştıran/metalaştıran ve bize köktencilik, mistizm, kişisel narsisim ve kendine yabancılaşmadan başka tepki seçeneği bırakmayan neoliberal aksiyomatiğin taşıyıcısı olan küresel kapitalizmi anlamak, onu yorumlamak; son tahlilde onu değiştirmek ve yeni bir alternatif yaratmak adına; bizatihi onun yaratıcıları tarafından belirtildiği üzere günceliği tarihin her döneminde sorgulanması gereken Manifesto bugün de güncelliğini koruyor. Marksist düşünce kıtasına eleştirel, derinlikli, ince, sofistike ve özgün damarlar getiren David Harvey “Umut Mekânları” adlı eserinde güncel bir Manifesto okumasıyla yola çıkıp, kapitalizmin uzamsal iç çelişkilerini; onun ateşleyicisi ve kaldıracı olan sermaye birikim sürecini uzamsal-mekânsal ve coğrafi bir temele oturtarak; kapitalizmin bu iç çelişkilerinin çözülüp çözülemeyeceğini irdeliyor. 

Harvey`in buradaki önemli tespitlerinden biri coğrafi düzenlemeler ve yapılandırmalar, uzamsal olguların sermaye birikim ve sınıf mücadelesi dinamikleri açısından tarihte olduğu kadar bugün de zaruri boyutları olduğu temel önermesi. Kitabın geneline panoramik bir bakış attığımızda kitabın özgüllüğünü ve izleğini; kitapta yer alan birçok analizin rahmini bu leifmotivin oluşturduğunu söylemek mümkün. Harvey`in Manifesto`nun eleştirisini yaparken ve onu sorunsallaştırırken yaptığı önemli katkılardan biri; sosyalizmin hedefinin coğrafi-uzamsal gerçekliklerini ve jeopolitik olanaklar gibi yapısal parametrelerini sınıf mücadelesinin farklı dinamikleri olarak tasvir etmesi. Bu sayede sermaye birikiminin ve sınıf mücadelesinin coğrafi boyutlarının burjuva iktidarını devam ettirmekte, işçi hakları ve beklentilerini bastırmakta ne denli temel bir rol oynadığını ve bundan böyle oynayacağını daha nüanslı, daha doğru ve siyasal açıdan daha faydalı bir biçimde anlamak mümkün hale geliyor. Böylece karşımıza sermaye birikimin ve sınıf mücadelesinin uzamzamansal gelişiminin soy kütüğünü çıkaran; kapitalizmin gelişme dinamiği olan sermaye birikim sürecini resmeden; “eşitsiz coğrafi gelişim kuramı”nın ana sütunlarını oluşturmaya çalışan bir eser çıkıyor. 

Harvey`e bu girişiminde yol göstericiliği yapan ve Harvey`in “eşitsiz coğrafi gelişim kuramı”nın yönergelerini/gönderim noktalarını oluşturan, Komünist Manifesto ve Manifesto`nun saptamalarının eleştirel boyutları. Harvey burada sermaye birikiminin ve kapitalizmin iç çelişkilerinin belirlenmesinde zaman tarafından hapsedilmeyen/soğurulmayan uzam`a büyük önem atfediyor. Bilhassa daha birleşik ve yekpare bir işçi sınıfı siyasetinin uç vermesi için uzamsal örgütlenmenin sınıf mücadelesi açısından önemine dikkat çeken Harvey, burjuvazinin kendi varlığını ve ayrıcalıklarını tehdit eden sınıfsal güçlerin önünü kapatmak için uyguladığı dağıtma, bölme ve yönetme, coğrafi olarak engelleme gibi kendi uzamsal stratejilerini nasıl oluşturduğunu ayrıntılarıyla ele alıyor. Esas itibariyle Harvey`in ortaya koyduğu bu kuramsal açılımların somut izdüşümlerini pratik olarak görmek mümkün. Örneğin burjuvazinin sınıfsal mücadele içinde geliştirdiği hegemonik-küresel uzamsal stratejileri proleter gücü engellemek üzere “üretimi merkezden çevreye kaydırmaktan tutun da, post-kapitalist/fordist üretim sürecinin uzamsal olarak daha çok örgütlü işçi sınıfı/emek mücadelesinin görece daha zayıf olduğu yerlere kaydırarak sendikaların gücünü sekteye uğratmaya kadar” (s. 56) bir dizi stratejiden bahsetmek mümkün. 

Bu kertede Harvey`in alternatif bir dünya ve düzen kurma adına önerisi, son derece farklılaşmış ve çoğunlukla yerel kalmış işçi sınıfının örgütlü mücadelesini ortak bir zeminde birleştirerek burjuvazinin bu küresel stratejilerine karşılık kendi uzamsal stratejilerini geliştirmesi. Ancak Harvey`in burada ana sorun olarak gördüğü olgu kapitalist sanayi ve metalaştırma sürecinin işçi sınıfı popülâsyonunu homojenleştireceği varsayımı. Bunun bir dereceye kadar doğru olduğunu kabul etmek mümkün ancak hemen belirtmeliyiz ki bunun sınırlayıcı bir tarafı da var. Burada yeterince önemsenmeyen olgu, kapitalizmin aynı zamanda kadim kültürel farkları, cinsiyet ilişkilerini, etnik eğilimleri ve dini inançları kullanarak işçiler arasında farklılık yaratabilmesidir. Harvey`e göre de Manifesto`nun azımsadığı nokta tam da burada kendini ifşa eder. Zira sermayenin uzamsal farklar yaratma ve coğrafi olarak eşitsizlikleri derinleştirme gibi veçheleri Manifesto`da tali unsurlar olarak değerlendirilmiştir. Bunun Manifesto`ya yöneltilen en ciddi eleştirilerden biri olarak değerlendirmek mümkün.

Kapitalizmin parçalama, bölme, ayrıştırma, içerme, dönüştürme ve kadim kültürel ayrılıklar yaratma gücünün ne denli etkili olduğunun en yakın kanıtı Tuzla Grevi`nde yaşananlardır. 16 Haziran`da Tuzla tersaneler bölgesinde yapılan greve, grevin ana faili olarak çok kısıtlı bir işçi grubunun katılması, işçiler arasındaki etnik ve kültürel farkların, bunun yanında taşeron firmalarda çalışan birçok işçinin firmanın yöneticilerine feodal bağlarla bağlı olmasının greve katılımı ve ortak örgütlü bir mücadeleyi nicelik olarak ne denli baltaladığı çarpıcı bir biçimde görülmüştür. Dolayısıyla burada ‘sınıf` kavramını epistemolojik bağlamda sadece bir ekonomik kategori olarak değil; aynı zamanda toplumsal bir kerte olduğunu da imlemek gerekir. Buradaki toplumsallık aynı zamanda bir durumsallığa da işaret eder. 

Kitabı`nın “Ütopya Mekânları” başlıklı bölümünde Harvey yetişkin olarak yaşamının büyük bir kısmını geçirdiği Baltimore`un bilhassa neoliberalizmin etkisini artırdığı 70`li yıllardan sonra geçirdiği dönüşümü anlatırken yaşam standartlarındaki eşitsizliklerin dev adımlarla artığını; şehirde bulunan eğitim, sağlık gibi kaynaklara erişimin gelir düzeyi düşük kesimlere kapandığını; yoksulluğun kronikleştiğini ve ABD`deki çoğu metropol alan gibi Baltimore`un da olağanüstü bir hızla dışarıya doğru yayıldığını ifade ederken esas itibariyle kapitalizmin uzamsal farklar yaratma ve eşitsiz coğrafi gelişmeyi derinleştirme veçhelerine göndermede bulunur. Kenti terk eden varlıklı kesimin bu mülkiyet bireyciliğinin altında yatan nedenler aslında çok karmaşıktır. Kente dair beslenen ve ‘serbest piyasa ütopyacılı`ğının zerk ettiği korkular, bu korkularla birleşen ırkçılık ve sınıfsal önyargılar, kentin birçok yerinde kamu altyatırımlarının çökmesi ve izole edilmiş, korunaklı konfor sağlamaya yönelik “burjuva ütopyası”nın cazibesi varlıklı kesimi kentin dışına iterek kendi ütopyasını yaratmasına cevaz veren muhtelif nedenlerdir. Aslında kent ölçekli bu gelişme seyrinin bugün mekânsal düzlemde sermayenin en fazla yoğunlaştığı; finansa dayalı sermayenin en hızlı ve en akışkan bir şekilde hareket ettiği Ankara, İstanbul gibi metropollerde kurulan; son teknoloji güvenlik aygıtlarıyla donatılmış, kentten, kentin kalabalığından, toplumsal ilişkilerin neredeyse her boyutundan ve dolayısıyla insandan yalıtılmış sitevari “ütopik mekanlara” rastlamak hiç de şaşırtıcı değil. Zira varlık ve iktidarın dağılımındaki coğrafi farkların artması, kronik eşitsiz coğrafi gelişime tabi bir metropolitian dünya yaratıyor. (Sermaye`nin ucuz emeğin bulunduğu yere çöreklenmesi ve toplumsal yaşamı buna göre biçimlendirmesi de cabası). Var olan kaynaklar, ya yoksulları, imtiyazsızları ve marjinalize edilenleri açıkça dışlayan şehir dışındaki şehirlere doğru uzaklaşmakta, ya da kendini banliyö “özel-topyaların” ve “kapalı sitelerin” yüksek duvarları arkasına kilitlemekte. Harvey`in Baltimore özelinde ortaya koyduğu üzere zenginler, kendi bolluk gettolarını (“burjuva ütopyalarını”) yaratarak, vatandaşlık, toplumsal aidiyet ve karşılıklı yardım gibi kavramların altını oyuyorlar. Siteler kapalı olmasa da “dışlayıcı biçimlerde inşa ediliyor, dolayısıyla Baltimore`da özellikle sınıfsal ayrımcılık, güçlü bir ırkçı tınıyla birlikte, hiç olmadığı kadar artmış halde” (s. 187) bulunuyor.

Harvey`in “Umut Mekanları”nda sunduğu bir diğer ufuk açıcı argüman sermaye birikiminin evrensel ve uluslararası özelliklerine karşı koyacak uzam ve zaman içinde yayılabilen bir hareket inşa etmek gerektiği fikridir. Bir birikim stratejisi olarak (üretim ilişkileri sürecinde emeğini değil de emeğinin gücünü satarak geçinen işçinin bedeninin) “beden”in mikro-uzamını; zamansal ve coğrafi anlamda eşitsiz gelişmenin ve kapitalizmin uzam üretiminin özgül bir anına karşılık gelen “küreselleşme” makro-uzamıyla birleştirmenin ve bir siyasal diyalektik geliştirmenin yolunu arayan Harvey, sınıf mücadelesinin uzamsal-coğrafi zemini olduğunu vurgular. Harvey`e göre eşitsiz coğrafi gelişimin dinamiklerini oluşturan bu çatlaklarda gerçek bir muhalefet çizgisi gizlidir. Peki, bu nasıl ortaya çıkacak? Burjuvazinin bu farklı, değişken ve esnek stratejilerine karşılık dünyanın tüm işçileri birleşecekse, bunun yolları nelerdir? Anti-kapitalist mücadele nerede başlayacak? Tüm bu meşru sorulara verilecek yanıtlar alternatif bir dünya inşasını da içeriyor. 

Marksizm`in güçlü yanlarından biri, farklı ve çeşitli amaçlara hizmet eden mücadeleleri evrensel bir anti-kapitalist hareket içinde birleştirmeyi hedeflemiş olmasıdır. Dolayısıyla öncelikle kapitalizme karşı verilen tikel mücadeleleri uygun bir mecraya akıtmak birleşik ve evrensel bir anti-kapitalist hareket için elzemdir. Harvey`in kendi ifadesiyle “görevimiz, temeli bugünün imkânlarında yatan, ama aynı zamanda eşitsiz coğrafi gelişmelere farklı yörüngeler çizecek olan bir uzam zamansal ütopyacılık”-diyalektik ütopyacılık- (s. 242) oluşturmaktır. 

Kapitalizmin tarihi coğrafyasını ve bu coğrafyanın koordinatlarını Harvey`in diyalektik ütopyacılık perspektifi izleğinde etüt etmek uzam zamansal bir ütopyacı tahayyülünün hem bugünde, hem de geçmişte nasıl temellendirebileceğinin ipuçlarını sağlayacaktır. Bu ipuçlarının açacağı patikalar 2. Dünya Savaşı sonrasında küresel ve jeopolitik/uzamsal olarak hegemonik hale gelen; ulus ve yerel devletleri sermaye piyasalarının serbestçe işlemesini kolaylaştıracak bir biçimde yapılandıran ve tüm dünyaya refah, mutluluk, aydınlık ve barış getirdiğini empoze eden “serbest piyasa ütopyacılığı”na karşı alternatif bir sosyalist tahayyülünde çizgilerini belirginleştirir. 

Her şeyden önce bir toplumsal sistem olarak kapitalizmin olağanüstü gücü oluşturduğu makro iktidar yapıları ve bu makro iktidar yapılarının belirlediği mikro iktidar ilişkiler ağlarını oluşturmasında yatar. Bu ağlarda örülen girişimcilerin, finansçıların, müteahhitlerin, sanatçıların, mimarların ve hatta planlamacı ve bürokratların (ve sıradan işçi dahil, bir dolu başka kategoride insanın) seferberlik halindeki çoklu tahayyülleridir. Bu tahayyüller sistemin kendini giderek genişleyen ölçeklerde yeniden üreten maddi faaliyetlere yöneltilir. Sistem tarafından dayatılan disiplin-tabiri caizce-karlılık testiyle sağlanır. Dolayısıyla eğer kapitalizm tüm bu repertuarı harekete geçirmeden ayakta kalamıyorsa, Harvey`in söylediği gibi o halde sosyalizmin amacı “bu temel repertuardaki tüm öğelerin farklı bir biçimde nasıl birleştirilebileceğini bulmaktır”. (s. 260). Bunun için de tamamıyla farklı mülkiyet hakları, yaşama ve çalışma sistemleri tahayyül etmek lazım gelir. Harvey bunun farklı uzam ve zamanlarda farklı ritimlerde zuhur ettiğini ortaya koyar. 

Herhangi bir radikal alternatifin somutlandıkça başarılı olması için, bu anlamda yukarıda Harvey`in açımlamaya çalıştığı şekliyle kapitalizmi örnek alması gerekiyor. Bir taraftan sabit kurumlar ve uzamsal biçimlerin verdiği güven ile diğer taraftan yeni toplumsal-uzamsal olasılıklara karşı açık ve esnek olma ihtiyacı arasında sürekli bir müzakere sağlamanın yolları bulunmalıdır. (Uzun süreli devrim perspektifi- s. 298). Bunu yaparken uluslararası bir örgütlü mücadele inşa etmek adına farklı uzamsal ölçeklerde yürütülen mücadeleleri bütünlüklü hale getirecek alternatif bir uzamsal strateji esastır. Zira ütopyacı neoliberalizmin aktörleri olan burjuva iktidarının yarattığı çok katmanlı hoşnutsuzları-tikel militanlıkları- bir araya getirme hasletine sahip enternasyonal bir siyasal harekete şiddetle ihtiyacımız var. 

En azından saygılı bir eşitliğin, sadece yetenekler ve başarıların değil, yaşam koşulları ve olanaklarının eşit olduğu; çokuluslu şirketlerin, borsa simsarlarının, geniş bürokrasilerin, askeri aygıtın ve karmaşık hukuki yaptırım biçimlerinin olmadığı; birlik, dostluk ve adalet düzenin hüküm sürdüğü alternatif bir dünya ve ütopya yaratabilecek ve zihnimizde hüküm süren faşizmi bertaraf edecek kadar cesaretimiz var. Marx`ın “şeylerin var olan halini” yıkacak olan “gerçek hareket” dediği şey inşa edilmek ve sahiplenilmek için hep oradadır. İşte zihinsel cesareti yeniden kazanmak tam da bununla rabıtalıdır. 

Not: Bu yazı daha önce Mesele Dergisi`nin Ağustos 2008 sayısında yayınlanmıştır.

 

Haber Editörü : Tüm Yazıları
Yorum Yaz