Kentsel Tarım Alanlarının Kentleşme Süreci Karşısında Değişimi ve Dönüşümü: İstanbul
Kırsal alan ve kentsel alan üzerine birçok eleştiri, birçok tanımlama yapılmış, ikisinin farkı sürekli olarak anlatılmaya çalışılmıştır.
Geniş anlamda kentsel alan; teknoloji alanındaki üstünlüğü elinde bulundurması nedeniyle her alanda uzmanlaşmanın ve işbölümünün geliştiği, gerek sosyal gerek fiziksel açıdan heterojen yapının hakim olduğu, sosyolojik olarak ilişkilerde kopukluğun kendini gösterip süreksizliğin yaşandığı, toplumsal hareketliliğin hız kazandığı ve sahip olduğu nüfusun karşısında ihtiyaçların karşılanma mekanizmasının oldukça gelişmiş olduğu yerleşim modülüdür. Bunlarla birlikte ekonomi alanında kentsel alana yaklaşıldığında, formel yapının yanında informel sektörün varlığı da yoğun olarak hissedilmektedir. Sahip olduğu tüm bu dengesizliklerin yanında kısaca özetlemek gerekirse; kentsel alan, düzensizlikler içerisinde düzenin hüküm sürdüğü bir alandır.
Kentsel alana karşılık kırsal alan ise, gerek sosyal olarak gerek fiziksel olarak daha homojen yapıya sahiptir. Teknolojik olanakların yetersizliği nedeni ile daha çok imece usulü çalışmaların kendini gösterdiği bir yerleşim birimidir.
Kırsal alan ve kentsel alan arasındaki farklılıkların temeli üretim ilişkilerine dayanmaktadır. Kırsal alanda emek yoğun bir üretim süreci yaşanırken günümüz kentlerinde özellikle de gelişmesini tamamlamış dünya kentlerinde bilgi ve bilişim sektörünün kullanıldığı, hizmet sektörünün ağırlıklı olduğu üretim ilişkileri görülmektedir.
Yapılan tüm bu tartışmalara rağmen; kırsal ve kentsel alanın sürekli bir etkileşim içinde olduğunu ve ikisinin de birbirlerinin gelişiminde pay sahibi olduğunu belirtmek gerekir.
Kentler bağlı bulundukları ülkenin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-politik açıdan en gelişmiş yerleşim birimleridir.
Kentsel alan sosyo-ekonomik anlamda bünyesinde bulundurduğu kozlar nedeni ile özellikle 1950’li yıllarla birlikte tarımda makineleşme ve Sanayi Devrimi’nin getirdiği teknolojik olanaklardan dolayı kırsal alandan nüfusu çekmesini hızlandırmıştır. Ancak kentlere gelen nüfus ‘barınma, dinlenme, çalışma ve ulaşım’ olarak belirlenen kentsel faaliyetlerini karşılayabilmek için, kentsel alanın fiziksel olarak kapasitesi zorlamaktadır. Kentler bu süreci kentsel alan üzerinde yapı yoğunluğunu artırarak yaşamaya başlamışlardır. Ancak dikey büyümesini tamamlayıp gittikçe doygunluğuna ulaşan kentler, yatay olarak çeperlerine doğru büyüme ve genişleme eğilimi göstermektedirler.
‘Kentsel saçaklanma’ olarak adlandırılan bu gelişme sürecinde kır karakterli alanın kentsel alan içerisine alınması ile çeperde bir takım yapısal değişim ve dönüşümler yaşanmaktadır. Çevrelerinde bulunan kırsal alanları etkileyerek gelişimlerini sürdüren bu yerleşim birimleri, istemeden de olsa gerek mekansal gerek sosyal anlamda eşitsizlikleri de beraberinde getirmektedir.
Çevrelerindeki kırsal karakterli alanları etkileyerek bu alanların yapısal değişim ve dönüşüm geçirmesinde etkili olan kentsel alanlar, kır kökenli alanlarda doğal kaynaklarlın tahribine, kültürel değerlerin yol olmasına, bunların yanında kırsal karakterli alanların kentleşme süreci karşısında imar hareketlerine maruz kalması ile yönetim açısından da yetki karmaşalarının oluşmasına neden olmaktadır.
Kentsel alanların kırsal alanlar üzerindeki bu etkilerinin yanında; kırsal alanları yutarak gelişen ve saçaklar oluşturan kentler, beslenmelerinde birinci derecede önem taşıyan tarımsal alanların yok olmasına ve nüfusu hızla büyüyen kentlerin beslenmelerinde sorunlar oluşmasına neden olmaktadır.
Kentleşmenin bu kadar hız kazandığı ve metropoliten kentlerin sayısının hızla arttığı dünyada, geri kalmış bir ülkenin en küçük bir kentinin bile ne kadar fazla nüfusu barındırdığı göz önünde bulundurulduğunda, kentlerde yaşayan nüfusun beslenme sorununun ne kadar ciddi boyutlarda olduğu gözler önüne serilmiş olacaktır.
Kentsel beslenme açısından gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerin kentlerine bakıldığında buna ne kadar pay ayırdıkları ilginç boyutlardadır. Gelişmiş ülkelerin metropollerinde bile nüfusu besleyebilecek kentsel tarım faaliyetlerine oldukça çok rastlanırken – nüfusu tamamen kentli olan Tayvan’da araştırmalar ailelerin yarısının tarımla uğraşan, çiftçi olduğunu göstermektedir- gelişmekte olan veya az gelişmiş ülke olarak tanımlanan ülkelerde buna rastlamak oldukça zordur.
Gelişmekte olan ülke statüsünde olan Türkiye’nin Cumhuriyet Dönemi’ne bakıldığında, kendi kendini besleyen hatta ‘ihtiyaçtan fazla’ ürün üreten Türk kentleri ile karşılaşırken bu durumun 1950’li yıllarla birlikte tarımda makineleşme, devlet politikaları ve kentleşmenin etkisi ile kendi kendine ancak yetebilen kentler olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz. Özellikle metropoliten kentlerimizde saçaklanarak büyüyen ve gelişen kentsel alanlar, çeperlerde bulunan kırsal karakterli alanların yapısal değişim ve dönüşüm geçirmesine neden olmakta, kentlerin beslenmesi için önemli bir nokta olan bu bölgelerin üretim yerine tüketim mekanı olmasına neden olmaktadır.
Kentleşme süreci nedeni ile kır-kent etkileşiminin hız kazanması ile tarımda yaşanan yapısal değişimler sonucu, tarımsal alanların ve tarımsal faaliyetlerin geçirdiği değişim ve dönüşümlerin kent mekanına yansıması olan ve kentlerin beslenmesi için başat rolü oynayan kentsel tarım faaliyetlerini incelemeyi amaç edinen bu çalışmada; Türkiye genelinden İstanbul’a, İstanbul’dan da özellikli alan olan Tarihi Yarımada ölçeğine inilerek, kentleşme sürecinin bahsedilen tüm özelliklerinin bu konuya yansıması incelenecektir.
Bu amaç ve kapsama yönelik olarak çalışmanın birinci bölümünde; kırsal ve kentsel alanın çeşitli açılardan tanımlarının yanında birbirleri ile nasıl bir etkileşim süreci içerisine girdikleri, kentleşme hareketleri ile bağlantıları, kentleşmenin ne gibi olumsuz sonuçları doğurduğu üzerinde durulacaktır.
İkinci bölümde; kırsal alanların ve tarımsal faaliyetlerin neler olduğunun incelenmesine yönelik olarak önce, Türkiye genelinde daha sonra İstanbul genelinde kırsal alanlar ve tarımsal faaliyetler ile kentsel tarım incelenecektir. Kentleşme süreci karşısında kırsalın değişen anlamı üzerine Türkiye Cumhuriyeti yönetmeliklerine bağlı olan ve merkezi yönetim ile yerel yönetim kuruluşlarına düşen çeşitli yasalar ve görevler üzerinde durulacaktır. Çalışmanın örnek alanı olan Tarihi Yarımada ölçeğindeki kentsel tarım faaliyetlerine de bu bölümde kısa bir yer verilecektir.
Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde esas çalışma alanı olan Tarihi Yarımada ölçeğine inilecektir.
Tarihi Yarımada surlarla sınırlandırılması ve çeşitli dönemlerde hizmet veren birçok kültür varlığı barındırması bakımından fiziksel olarak genişleme alanına sahip değildir. Bununla birlikte sahip olduğu nüfus yoğunluğu kent planlama açısından sorun oluşturmakta ve farklı alternatiflerin sunulmasında zorluklar çıkarabilmektedir. Bu nedenle Tarihi Yarımada yapılan bu çalışma açısından özellikli ve öncelikli bir alandır.
Çalışmanın amacı doğrultusunda üçüncü bölümde; Tarihi Yarımada ölçeğinde kentsel tarım faaliyetlerinin dünü ve bugününe girilmeden önce, gerek sosyo-ekonomik yapının oluşmasında gerek mekansal değişimin yaşanmasında gerek de karar çevresinin değişiminde rol oynayan nüfusun, Cumhuriyet sonrası değişimine ve bu nüfus hareketlerinin kentsel tarım alanlarına, kentsel tarım faaliyetlerine, ürünlerin yetiştirilmesine ve kentin beslenmesine olan etkisi üzerinde durulacaktır. Son olarak da Tarihi Yarımada’da yaşanan bu nüfus hareketliliğinin kentsel tarım alanları ile faaliyetlerine ve kentsel tarım faaliyetlerinin Tarihi Yarımada’da ve İstanbul’da yaşayan nüfusa etkisi üzerinde durulacaktır.
Emel KARA, MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Lisans Bitirme Tezi, İstanbul, 2004
İletişim: